Çözüm Değil Dayatma: DEM’in Raporu Barış mı, Bölünme mi Öneriyor?
Paylaş
DEM Partisi’nin Kürt sorununa ilişkin açıkladığı 99 sayfalık “yeni çözüm süreci” raporu, ilk bakışta barış ve demokratikleşme iddiası taşıyor. Ancak raporun satır aralarına inildiğinde, Türkiye’nin anayasal düzenini, üniter devlet yapısını ve toplumsal birlik anlayışını doğrudan tartışmaya açan bir çerçeveyle karşılaşıyoruz.
Raporda yer alan anadilde eğitim talebi, masum bir kültürel hak başlığı olarak sunuluyor. Oysa Anayasa’nın 42. maddesi, ortak eğitim dili üzerinden toplumsal bütünlüğü korumayı amaçlıyor. Bu ilkenin zayıflatılması, kısa vadede özgürlük söylemi üretse de uzun vadede paralel toplumlar ve derinleşen ayrışmalar yaratma riski taşıyor.
Benzer bir durum vatandaşlık tanımı için de geçerli. Anayasa’nın 66. maddesinden “Türklük” unsurunun çıkarılması talebi, kapsayıcılık iddiasıyla savunulsa da Cumhuriyet’in ortak kimlik anlayışını hedef alan siyasi bir müdahale niteliğinde. Bu yaklaşım, birleştirici bir vatandaşlık tanımı üretmekten çok, kimlikler üzerinden yeni fay hatları oluşturabilir.
En dikkat çekici ve sorunlu başlıklardan biri ise yerel yönetimler meselesi. Merkezi otoritenin azaltılması, yerel özerkliğin güçlendirilmesi ve “Kuzey Kürdistan” ifadesinin kullanılması, raporun yalnızca demokratik reform değil, yapısal bir rejim değişikliği arayışında olduğu yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. Bu noktada mesele, yerel hizmetlerin etkinliği olmaktan çıkıp devletin bütünlüğü tartışmasına dönüşüyor.
Güvenlik başlığı da raporun en zayıf halkalarından biri. Özel operasyon birliklerinin geri çekilmesi, Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması ve siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi talepler, şiddetle mücadele eden bir devletin caydırıcılığını zedeleyebilecek nitelikte. Silahların tamamen sustuğu, örgüt yapılarının dağıldığı bir ortam oluşmadan bu adımların gündeme getirilmesi, barıştan çok güvenlik boşluğu riski doğurur.
Abdullah Öcalan’a ilişkin talepler ise raporun toplumsal meşruiyetini en fazla zorlayan bölüm. Fiziki özgürlük, iletişim koşullarının genişletilmesi ve “Umut Hakkı” vurgusu, terör örgütü liderinin siyasi aktör haline getirilmesi eleştirilerini kaçınılmaz kılıyor. IRA ve ETA örnekleriyle yapılan kıyaslamalar ise Türkiye’nin yaşadığı acı tecrübelerin ve toplumsal travmaların yeterince dikkate alınmadığını gösteriyor.
Sonuç olarak DEM Partisi’nin raporu, barışı inşa etmekten çok, mevcut anayasal düzeni yeniden şekillendirmeyi hedefleyen bir yol haritası sunuyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey; toplumun bir kesimini memnun ederken diğer kesimini dışlayan talepler değil, şiddetin kesin olarak reddedildiği, ortak vatandaşlık paydasının güçlendirildiği ve geniş toplumsal mutabakata dayanan gerçekçi bir barış yaklaşımıdır. Barış, dayatma ile değil, güven ve ortak akılla mümkün olur.

Yorum gönder